Open/Close Menu Kültür Rotaları Derneği

Sıcak. Çok sıcak. Ve nem. Çok nem. Uçaktan iner inmez beni karşılayan bu hava kadar yeni o an her şey. Ve her yeni şey gibi de çok heyecanlı.

İlk gece sıcağından ve Antalya’nın kalabalık merkezinden sağ çıktıktan sonra, ertesi gün nasıl geçeceğini bilmediğim, beklentim olmadan, sadece anlamak, doğada olmak ve üzerine düşünmekten keyif aldığım kültürel korumaya dair çalışma yapmak için olan yolculuğumuz hareketli bir sabahla başladı.

Anlat bakalım Likya kızılçamların altındaki hikayelerini

En çok hatırlanan hikayeler zor ve beklenmedik zamanlarda yaşananlar oluyor galiba. Kısıtlamalar kalksa da pandemi salgını sürecinde rotaya çıkmak herkes için biraz gerginlik sebebiyken, bu gibi salgınların ve zor yaşam koşullarının içinde dahi bu yollarla hayatta kalmış insanlık tarihini düşündüğümüzde bu yolculuğu yapmak daha bir anlam kazandı.

İlk gün en zor olanıydı benim için çünkü Antalya’nın bunaltıcı sıcaklarına alışık olmayan bünyem biraz afalladı. Ama acı yok Rocky! İlk gün Üçsöğüt Yaylası’ndan başlayıp Gedeller’den devam eden Antalya’nın ana otobüs duraklarından birisi olan Sarısu’ya inen alternatif rotayı çalıştık. Ve şanslıydık, rotada daha önce kayıt altına alınmamış bir Antik Yunan yazıtına denk geldik. Sonraki iki gün vücudumda adeta sarmaşık izlerinin yarattığı çizgilerden kendi haritasını çıkaran Üçsöğüt-Elmayanı rotasını tamamladık. Yürüdüğümüz bu rotaların çoğunda ve daha sonra Çıralı-Tekirova rotasında da gözüm hep heybetli Tahtalı Dağı’nı aradı ve buldu da. Dağın şahitliğindeydi tüm rotalar ve tabii ki biz.

Rotadan dönüp Mahmut abinin kamp alanına vardığımızda ise en keyifli kısım başlıyordu. O yorgunluğa rağmen herkesin bir işin ucundan tutup yemek yaptığı, manzaramızın olmazsa olmazı uzakta parıldayan Antalya’nın dönme dolabına bakarak yemek yemek, dağların arasında olmak ve açık havada yıldızlara bakarak uyumak… İşte bu güzelden de öte bir başlangıç! Güzel bir şeyin parçası olma hissiyle, başımızı koyduğumuz yerin yuva hissettirmesinin tüm yorgunluğu unutturduğu akşamlar… Sabahında elimizde boyalar, makaslar yola düşmeye devam…

Bazen ‘bu yola hiç girmeyecektik!’ dedirtmemek için de işaretledik

Bir gün deniz molası, kum, güneş ve Çıralı’ya yerleşme. Sonraki günlerde maalesef su kaynağının olmadığı ve yüksek hava sıcaklıklarında bu durumun sorun oluşturacağı Çıralı-Tekirova rotasına başladık. Ama ne rota, o ne güzel manzaralar. Maden Koyu’nun sularında yorgunluğumuzu atmamız ve Onat’ın bize tekne ve bot sürprizleri… Akşamları yorgunluğumuza rağmen bağımlılık yapan ve bizi tatlı tatlı birbirimize düşüren Berkay’ın getirdiği Sabotajcı oyunuyla kapanış. Çıralı’da olmak güzel.

 

Tekne alma hayallerimizin başladığı an…

Yürürken hissettiklerim bazen karmaşık, bazen manzarayla önüme serilen güzellikle aldığım tarifsiz keyif, yürümenin verdiği mutluluk, bazen zorlu yolların getirdiği yorgunluk ve kimi zaman ayaklarımda derin bir sızı… Bu karışım öyle ki; şu an geriye dönüp baktığımda iyi ki diyorum. Şimdi o yollarda kim bilir tanımadığımız ama izlerimizde yön bulan nice ayaklar yürüyecek. Yolları birleştiren, insanların yollarda daha güvenli yürümesini sağlayan görünmez cinler gibiydik. Likya cinleri. Bunu en çok anladığım anlardan biri de Maden Koyu’nda Rus bir çiftle karşılaşmamızdı. Rotayı yürüyen, yorgun ve sıcakta susuz kalmış çifte, rotanın geri kalanı hakkında bilgi verdik. Ve geri kalan işaretlemeleri yaparken, o yorgunlukla insanların bu yollarda nasıl daha kolay yürüyebileceğine odaklanarak devam ettik. Ve kültür rotalarının her birinde yürüyecek binlerce insanla da işte bu şekilde bağ kurmuş olduk.

Ve Likya Cinleri…

Yolculuktan dönüldükten sonra yollar yeniden anlam kazanır ya hani; geçirilen zamana ve mekanlara olan bağ pekişir ve güçlenir. Benim için de öyle oldu. Yolların korunması ve hafızasını yitirmemesi için direnen izler bırakmak. Rotalara verilen emekle, bıraktığımız ayak izleriyle, elimden düşürmediğim canım kırmızı ve beyaz renklerle, yolların geçmişle olan bağına katkıda bulunmuş olduk. Coğrafya; dağlar, dereler, kayalar, vadiler, yaylalar, tepeler; hepsi içinde kendi doğal ve kültürel tarihini barındırıyor. Bu deneyimle bunu bir kez daha anladım. Mahmut Abi’nin yanından geçtiğimiz, manzarasına seyirci kaldığımız yer adlarının hikayelerini heyecanla anlatmasının da etkisi büyük tabii. Kaplan Kapanı mesela; kelimeler, hikayeler, tarih ve onları canlı tutan bu yollar… Bu yolların yürünmesi, yollardan geçen hikayelerin de unutulmaması demek.

Şimdi yollarla kurduğum bağlarla dopdolu hissediyorum. Her şey olması ve yaşanması gerektiği gibiydi ve çok güzeldi. Anlatacak daha çok hikayem var ama şimdilik bu kadar. Teşekkürler Kültür Rotaları Derneği, ilham olan ve olmaya devam edecek Kate, hikayesi bol Mahmut abi, çözümleri ve anlayışı sonsuz Onat, detayları asla kaçırmayan Berkay, enerjisi ve neşesi hiç bitmeyen Ezgi ve yolda karşılaştığımız güzel insanlar, yardımcı olan herkes. Hepinizle ve tanışmadığımız, bu yollarda yürüyecek bütün insanlarla ve tabii ki diğer tüm canlılarla, yollarda buluşmak üzere!

Aysun Bolat

2020

Write a comment:

*

Your email address will not be published.